Daha feminist bir bakış açısıyla tarihsel bir inceleme yapmaktan asla zarar gelmez. Yüzyıllardır süren sesler tamamen susturulduktan sonra, bizi buraya getiren senaryoları tamamlamak için birçok anı gözden geçirmenin zamanı geldi.
Ama hadi ama kadın rolüyle borç bulmak için Orta Çağ'a dönmenize gerek yok...
Celia Santos'un, 60'lı yıllarda Avrupa'daki özgürlük ve toplumsal devrimlerin amblemini (tabii ki İspanya hariç) kazıması gerekti ve birçok İspanyol kadında temsil edilen kadın figürü hakkında büyüleyici bir hikaye buldu. Durdurulamayan üretim makinesi nedeniyle göçmen alan o büyük ülkeye, Almanya'ya giden yolda evler.
Genellikten ayrıntıya. Her şey Ana ve onun hikayesiyle başlıyor. Alman ülkesinin en büyük dört şehrinden biri olan Köln'ün egzotik adı için kasabasını geride bıraktığı gün, içinde bir şüphe ürpertisi oluşmuş olmalı.
Ana hiçbir şeyin kolay olmayacağına dair bir his vardı. Ancak her türlü korku karşısında en güçlü irade her zaman galip gelir. Ana için ya bu ya da hiçbir şeydi; kaçmak ve bir hedef bulmak ya da hiçliğe gömülmekti.
Hikaye, yıllar sonra Ana'da deneyimlerini örneğin evrenselliğine yansıtacak paradigmayı keşfedecek olan genç kadın Cora tarafından yazılmıştır.
Çünkü Ana hepsini yaşadı; hayal kırıklığını, çaresizliği, kararlılığı, sınıf mücadelesini, hatta aşkı...
Yaşadım! diye haykırabilmek için, hayatı kaderine bir hakaret, yerini bulma niyeti olarak görmüş olmalısın. Ana öyle yaptı. Ve sonunda örnek, hikayenin feminist niyeti çok daha fazlasını kapsayarak insanın, sizi değerli bir varlığa dönüştüren mücadelenin tam bir haklılığı haline geliyor.
Ucuz işgücüne özlem duyan o Avrupa'da yaşadıklarını bize anlatan aile üyenizi, arkadaşınızı, komşunuzu hepimiz tanıyoruz. Göç etmek hiçbir zaman kolay olmadı. Ve belki de bunu düşünmek bizi mevcut dramatik durumlara yaklaştırır...
Celia Santos'un yeni kitabı Ana'nın Çantası romanını artık bu blogdan indirimli olarak satın alabilirsiniz: